Güç İlişkileri ve Toplumsal Düzen: Kim İstiklal Marşı’nı İlk Yazdı?
Güç, toplumsal yapının şekillenmesinde belirleyici bir faktördür. Siyaset bilimi, güç ilişkilerinin, kurumların, ideolojilerin ve vatandaşlık anlayışlarının toplumsal düzeni nasıl şekillendirdiğini anlamaya çalışırken, her zaman belirli bir soruyu gündeme getirir: Kim karar verir, kim söz söyler? Bu soruya verilen yanıtlar, toplumsal yapının nasıl inşa edileceğini, ideolojilerin ne yönde şekilleneceğini ve iktidarın nasıl el değiştireceğini belirler. Bu yazıda, Mehmet Âkif Ersoy’un yazdığı İstiklâl Marşı üzerinden, iktidar, toplum, vatandaşlık ve kadın erkek bakış açıları ışığında toplumsal bir analiz yapmayı hedefliyoruz. Peki, “İstiklal Marşı ilk kim yazdı?” sorusu, yalnızca bir edebi tartışma mıdır, yoksa bu marşın yazılma süreci, toplumdaki güç dinamiklerinin yansıması mıdır?
—
İktidar, Toplum ve İdeoloji: Marşın Ortaya Çıkış Süreci
İstiklâl Marşı’nın yazılma süreci, bir devletin bağımsızlık mücadelesi ve ulusal kimliğini pekiştirme çabalarıyla doğrudan bağlantılıdır. 1919-1920 yıllarında Türk milletinin kurtuluş savaşı sürerken, Türk milletinin bağımsızlık mücadelesini simgeleyen bir sembol arayışı vardı. Bu noktada, Mehmet Âkif Ersoy, bir edebi figürden çok daha fazlasıydı: o, toplumsal düzenin yeniden inşa edilmesinde ideolojik bir liderdi. Marşı yazarken, bir ulusun direniş ruhunu ve ulusal kimliğini inşa etmeyi hedefliyordu. Yani, İstiklâl Marşı’nın yazılması, sadece edebi bir eser ortaya koymak değil, aynı zamanda toplumun ideolojik yapısına ve güç ilişkilerine dair bir hamleydi.
Bundan yola çıkarak, İstiklâl Marşı’nın yazılma süreci, ideolojik bir savaşımın parçasıdır. Mehmet Âkif, marşı yazarken dönemin siyasal iktidarını, halkın bağımsızlık mücadelesindeki kararlılığını ve toplumun moralini yükseltmeyi hedefliyordu. Bu marş, devletin iktidarını halk nezdinde pekiştiren ve devrimci bir ideolojiye sahip olan bir güç simgesine dönüşmüştür. Toplumun, devletin ideolojik çerçevesine nasıl katıldığını ve bu ideolojiyi benimseyerek sahip çıktığını görmek için İstiklâl Marşı’na bakmak yeterlidir.
—
Erkeklerin Stratejik ve Güç Odaklı Bakış Açısı
Erkekler, toplumsal yapının yeniden şekillendiği ve bireysel güç ilişkilerinin egemen olduğu dönemlerde, daha çok stratejik bakış açıları geliştirebilirler. Mehmet Âkif, erkek bakış açısını simgeleyen bir figürdür; çünkü onun İstiklâl Marşı’nda sergilediği tavır, devletin güç dinamiklerine dair bir “erkek” stratejisi sunar. Marş, direnişi ve güçlü bir ulus yaratma fikrini vurgular. Erkeklerin ideolojilere daha çok bağlı oldukları, stratejik kararlar almakta daha istekli oldukları bu dönemde, Mehmet Âkif’in marşla sunduğu mesajlar, aslında bir erkek bakış açısının tipik özelliklerini taşır. Güçlü bir ulusal kimlik oluşturma ve toplumsal düzeni şekillendirme fikri burada ön plana çıkar.
Erkek bakış açısında, stratejik hedeflere ulaşmak ve toplumu harekete geçirmek ön plandadır. Marşın kahramanlık teması ve “bağımsızlık” vurgusu, bu stratejik bakış açısının tipik bir örneğidir. Bu süreçte, erkekler genellikle mücadele, zafer ve bir ulusun güç kazanması için ideolojik söylemler geliştirme eğilimindedirler. Mehmet Âkif, bağımsızlık mücadelesini sadece fiziksel bir savaş değil, aynı zamanda ideolojik bir zafer olarak gördü.
—
Kadınların Demokratik Katılım ve Toplumsal Etkileşim Perspektifi
Kadınların bakış açısı ise daha çok toplumsal etkileşim ve demokratik katılım ekseninde şekillenir. Kadınlar, toplumda daha çok yaşamın dokusunda yer alırken, bu dokunun sağlıklı bir şekilde var olabilmesi için demokratik süreçlere katılmayı önemserler. Bu bakış açısı, marşın halk arasında nasıl kabul edildiğini ve toplumsal etkilerini de şekillendirmiştir. İstiklâl Marşı, bir erkeğin stratejik zaferinin simgesinden çok, toplumun her kesiminin bu zaferde nasıl yer alacağına dair bir umut sembolüdür. Kadınlar için bu marş, toplumsal yapının yeniden kurulmasına dair bir umut ışığıdır. Kadınların demokratik katılımı, bu yeni kurulan toplumsal düzende daha da önemli bir hale gelmiştir.
Cumhuriyetin ilanıyla birlikte kadınlara tanınan haklar, bu marşın ortaya çıktığı dönemin toplumsal yapısındaki değişimi yansıtır. Kadınlar, savaşta erkeklerle birlikte direnişe katıldılar ve toplumsal düzende daha fazla yer almak için mücadele ettiler. Kadınlar, toplumsal etkileşimde güçlerini ve seslerini duyurabilmek için yeni bir dil arayışına girmişlerdi. Marşın verdiği mesajlar, kadınların da bu toplumsal düzeni inşa etmede aktif birer birey olarak yer alacakları bir alan yaratmıştır. İstiklâl Marşı, hem erkeklerin gücünü hem de kadınların katılımını simgeleyen bir dil ve yapıdır.
—
Vatandaşlık, Kimlik ve Ulusal Birlik
Marşın yazılması süreci, vatandaşlık ve kimlik gibi temel kavramlarla da doğrudan ilgilidir. Vatandaşlık, yalnızca hukuksal bir statü değil, aynı zamanda toplumsal aidiyet duygusunun, ulusal kimliğin ve devletin değerlerinin bireylerde pekiştirilmesi anlamına gelir. İstiklâl Marşı, bu aidiyetin gücünü, toplumsal birlikteliğin her bireye hissettirilmesini sağlamıştır. Marşın sözleri, bu bağlamda toplumu birleştirici bir ideoloji yaratmıştır. Peki, ulusal kimlik, bu kadar güçlü bir sembol aracılığıyla herkesin ortak paydası haline gelirken, toplumsal katılım ve eşitlik nasıl sağlanmalıdır?
—
Sonuç: Kim İstiklal Marşı’nı İlk Yazdı?
İstiklâl Marşı’nın yazılma süreci, yalnızca bir sanatçının edebi bir eser yaratma çabası değil, aynı zamanda güç ilişkilerinin, ideolojilerin ve toplumun yeniden şekillendirildiği bir dönemin parçasıdır. Mehmet Âkif’in marşı yazma kararını, hem erkeklerin stratejik bakış açısını hem de kadınların toplumsal katılım arzusunu simgeleyen bir güç dinamiği olarak değerlendirebiliriz. Bu marş, bir yandan bağımsızlık mücadelesinin zaferini ve gücünü yansıtırken, diğer yandan toplumsal katılımı, eşitliği ve vatandaşlık bilincini de aşılamaktadır. O halde, İstiklâl Marşı’nı ilk kim yazdı? sorusu, bir sanatçının bireysel yaratıcılığı değil, toplumun ideolojik mücadeleye verdiği yanıt olarak ele alınmalıdır.
Gelecek için bir soruyla bitirelim: Bugün toplumları şekillendiren güç dinamikleri, geçmişte olduğu gibi sanatla, kültürle ya da edebiyatla yeniden inşa edilebilir mi?